Bir kahvenin kırk yıl hatırı vardır.. İyi pişirilen bir kahvenin verdiği haz ise paha biçilemez. Dostla edilen sohbetlerde ise kahve bahane olur. Bu konunun giriş kısmıydı. Şimdi gelelim asıl meseleye..
Kahvenin çok hassas bir yapısı vardır. Bu yüzden dikkatli saklanması gerekir. Eğer uygun şekilde muhafaza edilmezse lezzeti azalır ve beklenen yararları da göstermez. Havadaki oksijenden, nemden ve yüksek sıcaklıklardan hemen etkilenir. Kesinlikle kapalı bir kaba konmalıdır. Mümkünse havası alınmış kaplara koymalı ve kullanacağınız kadar satın almalısınız. Fırın üstü gibi sıcak ortamlarda kahvenin bulunmaması gerekir. Evde çok beklemiş bir kahveniz varsa düşünmeden onu çöpe atmalısınız.
Bazı kahve torbalarında plastik düğme şeklinde bir malzeme görebilirsiniz. Bu, torbada biriken karbon gazlarının dışarıya atılması ve oksijenin içeri girmemesi için tasarlanmıştır.
Bozulan bir kahveye baktığınızda kolayca anlayabilirsiniz. Kokusu artık keskin değildir. Oysa ki taze bir kahvenin kabını açar açmaz kokusunun dışarı dağılması gerekir. Çok beklemişse üzerinde ince bir örümcek ağına benzer tabaka oluştuğu da gözlemlenmiştir.
ABD’de yapılan bir araştırmada, kahvenin ve egzersizin güneş ışınlarının neden olduğu cilt kanserinden koruduğu ortaya çıktı. New Jersey’deki Rutgers Üniversitesi’nde yapılan araştırmaya göre, fiziksel egzersizle birlikte ölçülü kahve tüketimi, güneşin ultraviyole B (UVB) ışınlarının yol açtığı kanserojen etkileri ortadan kaldırabiliyor.
Kahve tüketmek özellikle siroz yüzünden oluşan karaciğer kanseri riskinin azaltılmasına yardımcı oluyor. Düzenli kahve içenlerin siroz gibi karaciğer rahatsızlıklarından daha az şikayet ettiği görülüyor.