Çocuğuna aşı yaptırmak istemeyen aileleri artık çok fazla görüyoruz. Peki aşı yapılmazsa ne olur ? Çocuğunu aşı yaptırmamayı tercih eden bir ebeveyn başkalarına dört farklı şekilde zarar verme potansiyeli taşıyor.
İlk olarak, aşısız bir çocuk hastalık kaparsa henüz aşılanmamış başka çocuklar için tehdit oluşturuyor. İkinci olarak, tamamen aşılanmış bir popülasyonda bile aşılanmış bireylerin küçük bir yüzdesi hastalığa karşı hassas oluyor ya da hassas hale gelebiliyor. Bu bireyler aşılanarak hastalıktan korunmak için ellerinden geleni yapmalarına rağmen başkalarının aşılanmaması durumunda risk altına giriyor. Üçüncüsü, bazı çocuklar mevcut sağlık sorunlarından dolayı aşılanamasa da sürü bağışıklığından önemli ölçüde istifade ediyorlar. Ne var ki aşılanmayan bireylerden hastalık kapma riski taşıyorlar. Son olarak da ebeveynleri tarafından aşılatılmayıp aşıyla önlenebilen hastalıklara yakalanan çocukların sağlık masrafları, bir bakıma çocuklarını aşılatmış vergi mükelleflerinin omzuna biniyor.
Bir ebeveynin çocuğunu aşılatmaması amiyane tabirle “yancılık” olarak adlandırılabilecek bir adalet sorunu da içeriyor. Çocukları adına aşıyı reddeden ebeveynler, bir bakıma, çocuklarını aşılatarak hastalık etmeninin etrafta görülme sıklığını azaltan ebeveynlerin oluşturduğu güvenli ortamın avantajını yaşıyor.
Başka bir deyişle, bu ebeveynlerin çocuklarını aşılatmama kararı, başkaları çocuklarını aşılatarak bir çeşit sürü bağışıklığı oluşturduğu için daha az riskli bir hâle geliyor. Bu durumu bir yandan kamu imkânlarından bedava faydalanırken bir yandan vergi ödemeyi reddetmeye benzetebiliriz. Bu bağlamda genel aşılanma yoluyla grup bağışıklığının sağlanmasına bir çeşit toplumsal dayanışma gözüyle de bakılabilir.
Grup bağışıklığı sayesinde toplumun çeşitli nedenlerle aşı olmasında sakınca bulunan en kırılgan kesimleri aşı ile önlenebilir hastalıklardan korunur. Bağışıklık sistemi yetersizliği olanlar, kanser tedavisi görenler, organ nakli hastaları, çok yaşlılar ve çok küçük bebekler gibi aşılanamayan riskli grupları koruyabilmek için gereken grup bağışıklığı %80-95 arasında değişen aşılanma oranlarıyla sağlanabiliyor. Aşılanma oranları bu değerlerin altına düştüğünde toplumda salgınlar görülmeye başlıyor.
Bazı ebeveynlerin genel olarak aşılanmayla ilgili değil standart aşı takvimleriyle ilgili tereddütleri oluyor. Bu ebeveynler ya bir anda birden fazla aşı yapılmasının veya aşıların bebekler çok küçükken yapılmasının sağlık sakıncaları içerdiği yönündeki yanlış kanılarından dolayı ya da aynı anda birden fazla aşı yapmanın fazla acı verici olmasından çekindikleri için standart aşı takvimlerini esnetme yönünde talepler sunabiliyor.
Buna izin verilmesi hem aşıların bilimsel bulgulara dayanılarak belirlenmiş optimum zamanlamalarının kaçırılmasına ve dolayısıyla hastalık riskinin artmasına hem de zaten hâlihazırda hayli karmaşık olan aşı takviminin daha da karmaşıklaşmasına, dolayısıyla takibin zorlaşmasına yol açıyor. Alternatif aşı takvimlerinin bir başka olumsuzluğu da ebeveynlerin toplam ziyaret sayısını artırarak sağlık sisteminde fazladan doluluk oluşturması ve aşılarını standart takvime göre düzenli yaptıran ebeveynlerin alacağı sağlık hizmetlerini dolaylı olarak olumsuz etkilemesi.
Aşılanmanın sadece bireyin değil toplumun sağlığı açısından da kritik bir önem taşıması ister istemez aşıların zorunlu hâle getirilmesi seçeneğini gündeme getiriyor. Bu meselenin biri etik, diğeri pratik olmak üzere iki yönü var. Toplumun faydası için bile olsa bir bireye yönelik sağlık uygulamasında bireysel karar hakkının ihlâl edilmesi etik açıdan tartışmalı bulunuyor. Öte yandan, zorunlu aşı politikaları aşılanma oranında artış sağlasa da sorunun ana kaynağına inmediği için yetersiz kalıyor. Üstelik bu tür politikaların uygulanması tereddütlü bireyleri daha da kutuplaştırma ve sonunda onları aşıları reddetmeye itme riski taşıyor. Bu yüzden bireylerin ve ebeveynlerin aşıların yararı ve gerekliliği konusunda ikna edilerek aşılanmaya razı olmalarının sağlanması kalıcı bir çözüm olarak önem taşıyor.
Kaynak: Bilim ve Teknik Dergisi